31 Aralık 2012 Pazartesi

Kötü Dilekler..

Yine böyle bir gündü. Sabahlamış, sonra da dışarı çıkmıştım. Hava aynı bugünkü gibi güzeldi. Bugün de yapacağım gibi saçlarımı kestirmiş şöyle bir arkama bakıyor gibi yapmıştım. Halbuki ben ileri doğru geri-geri yürüyordum. İki yıl önceydi. Saplandığım bataklığın içinde her gördüğüm renkli cisme çevremdekiler gibi optimist gözlükleriyle bakmaya çalışıyordum. Dün hep yarından güzel olacak sanıyordum. Zaten hep öyle değil midir?

O zaman bilmiyordum hasta olduğumu. İçimde normalleştirmeye çalıştığım iç sıkıntımın, kandırılmışlığın ve bilimum hayal kırıklığının bi gün o hastalığı geri dönüşü olmayan başka bir hastalığa bırakacağını bilmediğim gibi, bilmiyordum. hiçbir şeyi bilmiyordum yada çok şey biliyordum ama emin olamıyordum. onu da bilmiyordum.

Artık biliyorum. Düşürdüğü usturasını yerden alan bi kenar mahalle kabadayısı gibi ayağa kalkıyorum. O usturayı sevgili doktorum verdi. Ve içimden geldiği gibi savurmamı söyledi. Şimdi kolay olanı yapıyorum. İçimdeki nefreti kustukça, kendi kendime de olsa, yenileniyorum sanki. Öyle kötü dilekler geçiyor ki içimden, gerçekleşirse belki üzülebilirim.

Sen yeni bi yıla başla, siktir et. Ben yeni bi hayata başlıyorum.

16 Kasım 2011 Çarşamba

içim titredi neredeyse tüm akşam.
bi dostla vedalaşmaya gittim bu gece.
gözlerim doldu az sonra sarılacağımızı anlayınca.
niceleri çoktan gitmişti zaten, onlarla da karşılaştım bomboş kadıköy- taksim dolmuşunda.
alacaklarını almış öyle gitmişlerdi.

zor bi gün olmuştu. koşuşturmacalı, yorucu bi gün. seni arayıp anlatsam mı diye düşündüm. saatime baktım, sanki geç olmasa arayacakmışım gibi. aramazdım elbette. yine de düşünmesi bile heyecanlıydı. ısıtıyordu.

eve geldim.

ayaklarım üşümüştü.
seni özlemiştim.
işte bu ikisi, tüm günü düşününce geriye kalan her şey teferruat gibi geliyor.

12 Temmuz 2011 Salı

Bu sabah adsız bir word belgesinde güzel bir şiir buldum, Can Yücel'den. Hemen paylaşıyorum.

hiç bir insanı unutmak,
bir insandan vazgeçmek,
bir insanı hayatından sonsuza kadar çıkartmak zorunda
kaldın mi hiç?
hani ölmüş gibi,
hani uzatsan da elini tutamayacağını bilmek gibi,
her an kapından içeri gülümseyerek girmesini bekleyip
ama aslında hiç gelemeyeceğini de bilmen gibi.
ne zor şey değil mi ölmediğini bilmek ,
ama ölmüş gibi ulaşılmaz olması artık o insanın sana,
ne kadar katlanılmaz bir gerçek değil mi
sen hala bu kadar sevgili iken?
özlemek,
bu kadar özlemek,
etini kemiğini yakarcasına özlemek...
çok kötü değil mi?
bu kadar özleyip onu görememek,
ona dokunamamak,
onu işitememek ,
artık sonunun "pi" hali değil mi?
biliyorsun değil mi?
ne kadar umutsuz bir arayıştır o,
kalabalık caddede geçen binlerce yüze bakmak
belki bir kez daha görebilmek için o yüzü,
belki biraz önce geçti bu kaldırımdan diye düşünmek,
belki şu an arkamda yürüyen insanların içinde bir yerde demek,
belki şu an üzerimdedir gözleri diye paranoyalar yaşamak
ne zordur değil mi?
ne kadar eritir insanı farketmeden.
sende biliyorsun değil mi bunları.?
bir sinema koltuğunda sende iki kişi gibi oturdun mu hiç?
hiç iki kişi gibi zevk aldın mı bir konserden yalnız başına.
güzel bir kafe keşfettiğinde,
güzel bir film seyrettiğinde,
güzel bir şarkı dinlediğinde
güzellikleri oranında eksik kaldıklarini hissettin mi paylaşamadığın için onunla..
bir barın kalabalığında hiç yarım vücudunla sallandın mı ortada?
hiç iki kişilik beyninle yarım insan olabildin mi?
baktığında aynana sadece yüzünün bir yarısını gördüğün oldu mu hiç?
sana hayatındaki en büyük yoksunluğu yaşatandan nefret edemediğin zamanlar oldu mu hiç?
gözünün içine baka baka kolunu bacağını kesen bir insanın yüzüne
sevgi dolu bir gülümseme ile bakabildigin zamanlar oldu mu hiç?
hayatta inandığın bütün değerlerini altüst eden birisine aşk şiirleri yazabildin mi?
onu içinde korumanın seni yok etmek olduğu zamanlara feda oldun mu hiç?
içinde ağlayan çocuğa umut sarkıları söyleyemediğin,
özlemini, susuzlugunu, açlığını gideremediğin zamanlar oldu mu hiç?
kanayan yarasını gördüğün ama merhem olamadığın zamanlar.
gücünün,
hani o tanrısal gücünün bir çocuğun ağlamasını susturamayacak kadar olduğunu gördüğün zamanlar oldu mu hiç?

hiiiiiiiç....

hiiç...

hiç...

bir hiç...

4 Nisan 2011 Pazartesi

"hiçbir şey bitmez, her şey değişir."

31 Aralık 2010 Cuma

bu yılın son günü



Saat 9'u biraz geçe güneş doğuyor.
Masamın üstünde kirli, parlak siyah, büyük bir ikea tabağı; bitmiş
sigara kutluları, 3 not defteri, hep zamansız anlarıma denk gelmiş ve aceleyle, özensiz alınmış ama fontunu korumaya çabalamış post it notlarım, 5 gündür güneşi hiç görmeden geçirdiğim günlerde 75 gram promosyonuyla beni hiç yalnız bırakmamış 825 gramlık bir nutella kavanozu, şişe çevirmece oyununun "truth" kısmında fantezilerine karıştığımı öğrendiğim gay bir arkadaşımdan kalma içinde beklemekten tükenmiş vanilyalı yeşil çay poşeti olan bir kupa ve bunun gibi sayısız her çalışma masasında görebileceğiniz ve muhtemelen hiç bir çalışma masasında göremeyeceğiniz şeyleri toplamadan evden çıkmak istemedim. Toplamak, kategorilere ayırıp yerlerine koymak da içimden gelmedi. Biraz yazayım madem dedim. Yılın son günü madem, bugüne böylesi yakışırdı.














Bahçedeki pinpon masasında toplantı yapan 5-6 karga. Sabahın bu saatinde ne konuşuyorlardır acaba? Belki ikinci dünya savaşı anıları, belki yaşlarını hiç belli etmeyecek kadar kuzguni siyah tüylerinden, belki dışarıdaki -10 derece soğuktan, belki karşıdaki polis karakolunun hiç sönmeyen ve avları görünür hale getiren ışıklarından. Belki. Kim bilir?



Evden çıkacağım dedim, evet. üzerinde durmamız gereken konu bu. Bugün yılbaşı alışverişine çıkmak ve saçlarımı yeni yıl formuna getirmek için kuaföre gitmek gibi işlerim var. Kuaföre gitmek için kendime arkadaş bulamadım. En son beraber gittiğim arkadaşın saçları halen askere gidebilecek kıvamda. Anneannemin küçüklüğümden beri söylediği şey tüm enerjimin, vitaminin falan saçlarıma gittiği. Artık nasıl bir enerji&vitamin'se benimki saçlarımın rutinine uyup kuaföre gitmeye kalksam en sevgili müşterileri olabilirim.

Yeni yıl planım henüz net olmasa da multi-culti bi akşam yemeğiyle başlıyor. Sonrası içinse yüksek beklentili-über fantastisch-openbar partilere bilet almadım. Yeni yıla nasıl girersem öyle gider yalanına da bu sene inanmamayı seçiyorum. Başlangıç yapmak için otomatik neden üreten bir beynim olduğundan yılbaşı sadece günü belli bir fırsat.

güzel bi yıl olsun. iyi oynayan kazansın.

o zaman Yalın'dan gelsin

Sıcacık yatağımdan
çok çılgın partilere
bi yol bulup ben akamadım..

Bugün ilişkiler bilmece
sabah kendimle yüzleşince
çok üzgünüm kalamadım..

7 Aralık 2009 Pazartesi

sabit fikir

hayatta insanı en zorlayan durumlardan biri ne istediğini bilmektir. ne istediğini bildiğinde, diğer şeyler başkalarının gözünde ne kadar değerli olursa olsun, ne kadar güzel olursa olsun umrunda olmaz. hep kafanda olana sahip olmayı istersin, onun için beklersin. işin kötüsü sahip olamasan da o şeyin orda olduğunu bilmek. başka bir tarafa gidemezsin, gitsen de mutlu etmez, bilirsin. bu ayakkabı seçiminde de böyledir, eş seçiminde de, masa lambası seçiminde de. yine de aklındakini korumak önemlidir. aklı korumak da öyle.

4 Ekim 2009 Pazar

..duvara sürttüm kendimi, gözyaşı denizlerinde boğuldum. bir şişe rakı döktüm üstüme, ateşe verdim kendimi. kimse tutmadı beni. her kavgaya karıştım kendi içimde. içimde doğmaya meyilli her çocuğa karşı korundum. kalan sağ çocukları da kurban ettim. ne söylesem, ne yapsam boş, hiçbir ağırlığı yok. bir ters yön tabelası var önümde, ucu sana çıkan.