1 Ağustos 2008 Cuma

Güneş doğar, güneş batar ama insan uyumaz bazen düşünür.



Klasikleri okumaktan, izlemekten ve dinlemekten çoğu zaman kaçınmışımdır. Çünkü hep bir yerlerde keşfedilmemiş olanı bulma ve onu sevme eğilimim olduğunu düşünüyorum. Bunun ne kadar mantıklı olduğu tartışılır tabi, tüm dünyaca kabul edilmiş ortak beğeniyi bir kenara bırakıp kendi klasiklerini oluşturabilmiş bir insan olmaya çabalamak yani..


Her neyse, Before Sunrise, Before Sunset ikilisi de benim için hep bu duyduğum klasikleşmiş filmlerden ikisiydi. Birileri bu iki filmden bahsederdi ben de bi üst paragrafta bahsettiğim hislerle dinlerdim. Gel gelelim bu akşam ikisini arka arkaya izledim ve çok etkilendim. Hatta hayran oldum diyebilirim. Filmi anlatmak istemiyorum herhangi bi sebepten izlememiş olduğunuzu var sayarak ama bir ayrıntı verebilirim sanıırm. Before Sunset, Before Sunrise dan tam 9 yıl sonra çekilmiş, yani filmde bahsedilen zaman gerçek hayatta geçenle aynı.


(bu kısım filmi izleyenler için)

Filmin sonlarına doğru çocuğun kucağında yatan kız “sanırım biri hakkında her şeyi bilirsem tam anlamıyla aşık olabilirim” diyor. “saçını nereden ayıracağını, o gün hangi gömleği giyeceğini, belli bir durumda hangi hikayeyi anlatacağını bildiğimde gerçek aşkı anlayacağıma eminim” diyor.

Böyle konuşan bir kadına ya da adama inanmayı eminim ki herkes çok ister. En azından ben bir defasında çok istemiştim. Ama ne yazık ki, aşkı birçokları için sonlu bir süreç haline getiren bir düşünce bu. Anlatılacak hikayeler, gösterilecek yetenekler tükendiğinde, bir sonraki hamleniz tahmin edilebilir olduğunda, keşfedilecek bir yanınızın kalmadığı düşünüldüğünde, karşınızdaki sizi çözdüğünü hissettiğinde artık bir “hedef” olarak algılanmıyorsunuz ve aranızdaki ilişkiden,aşktan,masaldan (ya da her ne diyorsanız) arta kalan güveni ve inancı altında bırakmış bir enkaz oluyor.


Filmlerden akılda kalan idealize edilmiş fakat gerçekte hiç olmayan esas kız ve esas çocuk, içimize böyle bir aşk “ya varsa?” şüphesi düşürürken biz de bir hiç uğruna kaybettiklerimizin arkasından üzülmeyi bırakıp, umutla yeni keşiflere açıyoruz yenilediğimiz aklımızı. “Demek ki doğru kişi o değilmiş, olsaydı böyle bitmezdi” diyoruz belki…


Bu yanılsamalar yıllarca bu şekilde devam ediyor, bizler tükettikçe ne kadar tüketilebilir olduğumuzu fark ediyoruz ve bunu anlayabilecek olgunluğa geldiğimizde “ciddi ilişki”, “evlilik yaşı” gibi tamlamaların anlamları farklılaşıyor.

Büyüyoruz.

=)